Türkiye’de son yıllarda, başıboş köpekler meselesi, büyük bir toplumsal sorun olarak gündeme gelmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu konuda ortak bir mutabakata varılmıştır. Bu mutabakat çerçevesinde, hem toplumun güvenliği hem de hayvan refahı gözetilerek başıboş köpeklerin toplatılması ve bazı durumlarda uyutulması kararı alınmıştır. Bu kararı doğru bulanlar olduğu kadar, özellikle hayvan hakları savunucuları tarafından ciddi eleştirilerle karşılanan bir adım olmuştur. Ancak burada dikkat çeken nokta, bir sorunun ciddi bir toplumsal mesele olarak algılandığında devletin müdahalesine maruz kalmasıdır.
Benzer şekilde, kadın cinayetleri meselesi, Türkiye’de ne yazık ki uzun yıllardır toplumu derinden sarsan, hatta toplumsal çürümenin en somut göstergelerinden biri olarak karşımıza çıkan bir olgudur. Başıboş köpekler sorunu, insanların fiziksel güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algılanırken, kadın cinayetleri doğrudan bireylerin yaşam hakkına yönelen sistematik bir saldırıdır. Bu anlamda, kadın cinayetlerinin başıboş köpekler meselesinden çok daha derin, köklü ve vahim bir toplumsal sorun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Fakat bu sorunun çözümüne yönelik adımların, en az başıboş köpekler meselesi kadar kararlı ve geniş kapsamlı bir şekilde ele alınmadığı görülmektedir.
Kadın Cinayetleri: Toplumsal Normlar ve Yasal Düzenlemeler
Kadın cinayetleri meselesi, sadece bir suç vakası değil; toplumsal, kültürel ve yapısal bir problemdir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, patriyarka, ataerkil değer yargıları, erkek şiddeti ve yetersiz hukuki yaptırımlar, bu cinayetlerin artışında başlıca etkenlerdir. Her ne kadar kadın cinayetleri Türkiye’de yasal düzlemde suç teşkil etse de, uygulamadaki eksiklikler, yargının işleyişindeki aksaklıklar ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerine inşa edilmiş normlar bu sorunun çözümünü zorlaştırmaktadır. Kadın cinayetlerini önlemenin sadece yasal düzenlemelerle değil, toplumsal bir zihniyet dönüşümüyle mümkün olacağı açıktır. Ancak bu dönüşüm zaman alacağı için acil ve etkili yasal tedbirlerin alınması şarttır.
Türkiye’de kadın cinayetlerine dair mevcut yasal düzenlemeler, çoğunlukla yeterli caydırıcılıktan uzaktır. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, kadınların şiddetten korunmasını sağlamak için önemli bir adım olsa da uygulamada ciddi eksiklikler yaşanmaktadır. Kadına karşı işlenen suçlarda, mahkemelerin ceza indirimleri uygulaması, faillerin cezasızlıkla ödüllendirilmesi ve toplumsal baskılar nedeniyle kadınların şikayetçi olmaktan çekinmesi, bu yasanın etkisini zayıflatmaktadır. Ayrıca, failin pişmanlık göstermesi, “iyi hal” indirimi gibi uygulamalar da, bu cinayetlerin önlenmesinde yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, yasal düzenlemelerin hem daha etkin bir şekilde uygulanması hem de daha sert ve bağlayıcı nitelikte olması gerekmektedir.
Anayasal Bağlayıcılık: Kadın Cinayetlerine Karşı Ciddi Bir Adım
Kadın cinayetlerinin önlenmesi için yasal düzenlemelerin ötesinde, anayasal bağlayıcılık taşıyan ciddi önlemler alınması gerektiği kanaatindeyim. Toplumsal normlar, her ne kadar yasal düzenlemelere göre daha etkili ve kalıcı olsa da, bu normların değişimi zaman alacaktır. Oysa her geçen gün daha fazla kadının hayatını kaybettiği bir ortamda zaman kaybetme lüksümüz yoktur. Anayasa, toplumu koruyan en üst düzey hukuki belgedir ve kadınların yaşam hakkını, güvenliğini, beden bütünlüğünü koruyacak maddelerin anayasal bir zorunluluk haline getirilmesi, bu mücadelenin en önemli adımlarından biri olacaktır.
Kadın cinayetlerinin, anayasa düzeyinde bir insan hakları ihlali olarak kabul edilmesi ve buna yönelik yaptırımların anayasal güvence altına alınması, yargının daha etkin ve bağlayıcı kararlar almasını sağlayacaktır. Ayrıca, kadın cinayetlerinin önlenmesi için bir devlet politikası olarak önleyici ve koruyucu mekanizmaların kurulması da anayasa çerçevesinde garanti altına alınabilir. Devletin bu konuda yükümlülüklerini açıkça belirten anayasal düzenlemeler, sadece kadınları korumakla kalmayacak, aynı zamanda toplumsal farkındalığın ve bilincin yükselmesine de katkıda bulunacaktır.
Toplumsal Zihniyet Dönüşümü
Anayasal ve yasal düzenlemelerin yanı sıra, kadın cinayetlerini önlemede en önemli faktörlerden biri, toplumsal zihniyetin değişmesidir. Ataerkil kültürün beslediği kadın düşmanı yaklaşımlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve erkek egemenliğine dayalı değerler sistemi, kadına karşı şiddeti meşrulaştıran en büyük etkenlerdendir. Bu nedenle, uzun vadede kadın cinayetlerini önlemenin yolu, toplumsal cinsiyet eşitliği bilincinin yaygınlaştırılmasından geçmektedir. Eğitim sisteminde cinsiyet eşitliği derslerinin zorunlu hale getirilmesi, medya ve popüler kültürdeki kadın düşmanı söylemlerin cezalandırılması, erkek çocuklarının eşitlikçi ve şiddetsiz bir kültürle büyütülmesi bu dönüşümün önemli adımları olacaktır.
Kadın cinayetleri gibi derin ve yapısal sorunların çözümü elbette ki sadece yasal düzenlemelerle mümkün değildir. Ancak, başıboş köpekler meselesinde olduğu gibi, bir toplumsal sorunun ciddiyetinin farkına varıldığında devletin müdahalesi kaçınılmaz hale geliyorsa, kadın cinayetleri gibi daha derin ve yıkıcı bir sorunda da anayasal bağlayıcılık taşıyan adımlar atılmalıdır. Bu adımlar, sadece kadınları korumakla kalmayacak, aynı zamanda toplumsal zihniyetin dönüşümüne de katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin en acil sorunlarından biri olan kadın cinayetlerinin çözümünde anayasal düzenlemeler, yargı reformları ve toplumsal zihniyet değişimi el ele gitmelidir. Kadınların yaşam hakkını savunmak, sadece hukuki değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun farkına varmak ve gerekli adımları atmak, toplum olarak çürümenin önüne geçmek için bir zorunluluktur.
Diğer tüm yazıları için buraya tıklayın!